MEDYA ve ETİK
- Kategori : 2011,Ekim,Gazete Yazılarım
- Yorum Yok
- Ekleyen : Nurhayat VAROL
- Okunma :5.687 kez okundu
Medya ve Etik ifadesini son yıllarda sık sık duymaktayız. Medya dendiğinde ilk akla gelen radyo, televizyon ve gazetelerdir. Kısaca kitle iletişim araçlarıdır. Kamuoyu bu kitle iletişim araçları üzerinden olaylardan ve her türlü sosyal ve ekonomik gelişmelerden anında haberdar olur.
Televizyon, radyo, gazete, internet gibi görsel ve işitsel iletişim araçlarının insanlar üzerindeki etkisi oldukça fazladır. Toplum üzerinde reaksiyon yaratır ve ölçer. Bu reaksiyon bazen olumludur bazen de olumsuzdur. Medyanın eğitime katkısının hiç tartışılmayacak kadar fazla olduğunu birçok insan bilir. Bunun yanında “bu kadar da olur mu?” diye verilmeyecek görüntüleri verdiğini, bazen yanlı haber yaptığını, bazen insanların çok özel hayatlarını dahi deşifre ettiğini biliyoruz. Medyanın görevi haber vermek, kamuoyunu bilgilendirmektir. Fakat bazen yorumlar eklenerek haber yapılınca haber, haber olmaktan çıkabiliyor. Kendi kendime sorardım. Özellikle aile içi şiddet ve terör görüntülerini televizyonlardan izlediğimiz zaman tartışırdık. Bu haberler ham haliyle televizyonlardan verilirse ne kadar doğru? Ya da yorum yapmanın sakıncası nedir?
Geçen hafta Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi ev sahipliğinde 2. Medya ve Etik Sempozyumu yapıldı. Türkiye’de çeşitli üniversitelerden değerli bilim adamları bildirileri ile katıldılar. Özellikle görsel medyada işlenilen kadına şiddet ve terör görüntüleri ele alındı ve tartışıldı. İki farklı düşünce ortaya çıktı. Verilen görüntülerin terör grup yanlılarını yüreklendirdiğini, olayların toplumu korkuttuğunu savunanlar vardı. Çünkü terörün amacı korku yaratmaktı. Diğer bir yaklaşım da eğer bu olaylar haber yapılmaz ise o zaman toplumda olaylara duyarsız kalınmış hissinin uyandırılacağı idi. Görüntülerde kan, yerdeki cenazeler, feryat figan eden aileler verilmesin. Kadına şiddet konusunda darp edilmiş kadın görüntülerinin verilmesinin yine bazı erkekleri güçlendirdiği, cesaretlendirdiği anlatıldı. Bazı çevrede de ders alındığını savundular. Yine New York’da ikiz kulelerde yaşanılan olayın görüntülerinin Amerika televizyonlarında detaylı verilmediği anlatıldı.
Çocukların izlememesi gereken şiddet içeren veya açık sahneleri olan programların saat uyarlamalarının pek de hassasiyetle ciddiye alınmadığı anlatıldı. Özellikle çocuklar için albenisi olan reklamların uygun zamanlarda verilmediği tartışıldı. Çocuklar dizi kahramanlarına özenip farklı kişilikler ortaya koyduğu anlatıldı. Gazetecilerin imajının daha iyi olması için özellikle haber toplama ve yayınlama sürecinde çok dikkatli olmaları gerçeğinin kaçınılmaz olduğu vurgulandı.
Sempozyumun olduğu gün Abbas Güçlü’nün Genç Bakış isimli programında “her yönüyle medya” tartışıldı. Konukları Toplumbilimci Prof. Dr. Emre Kongar ve gazeteci Ayşenur Arslan idi. Aynı konular İstanbul Kültür Üniversitesi öğrencilerinin katılımıyla tartışıldı. Sonuç aynı idi. Altının çizilmesi gereken bir ifade vardı ki şöyle Prof. Kongar: “ Toplumsal olayların nedenlerini, nasıl çare bulunacağını tartışmıyoruz. Bu haberin nasıl verileceğini tartışıyoruz, kullanılacak fotoğrafı tartışıyoruz. Bu şekilciliktir, konuların temelinden sapmaktır “ dedi.
Medya ve Etik Sempozyumundan çıkan ortak sonuç, medya mensuplarının birçok etik ihlalleri yaptığı şeklindeydi. Etik ihlallerinin azaltılması için de medya mensuplarının önemli bir bölümünün hizmet içi eğitimlere tabi tutulması vurgusu yapıldı. Medya mensuplarının yaptıkları programlarda insan hak ve hürriyetlerini zedeleyici tasarruflardan kaçınması gerekir. Bunu sağlamak da hizmet içi eğitimlerle dahi sağlanamayabilir. Bu noktada vicdani sorumluluk çok önemli olarak karşımıza çıkmaktadır.
Etiketler |
Yorumlar
Yorum Yapın !
Yorum yapmak için oturum açmalısınız.