İSPANYA
- Kategori : 2012,Gazete Yazılarım,Nisan
- Yorum Yok
- Ekleyen : Nurhayat VAROL
- Okunma :1.858 kez okundu
İspanya söylendiğinde spor severler için belki ilk akla gelen Barselona ve Real Madrid’dir. Yine Barselona dendiğinde güneş, deniz, görkemli mimariye sahip yapılar akla gelir diye düşünüyorum. Ancak ülkeyi görünce okuduklarımızın ve görsel basında gördüklerimizin hayal ettiğimizin çok daha üzerinde olduğunu gördüm. Geçen hafta sonu İspanya’yı gezmek için iklimin iyi sayılabileceği bir zamanda eşim ile birlikte Barselona’ya oradan da Madrid’e gittik. Madrid’e gitmişken Toledo’ya gidilmez mi? Oradaki ilginç tabloları siz okuyucularımla paylaşmak istedim.
1992 yılında Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapan Barselona yeniden inşa edilerek turist çekmeyi başarmıştır. 4 km dolgu yapılarak sahil şeridi ve dev bir marina ortaya çıkarmışlar. Barselona’ya uçakta iken baktığımızda yatlar, gemiler ve sahil yolları dikkat çekiyordu. Akdeniz’in en hareketli limanı olduğu zaten bilinmektedir. Bu limana yılda 75. 000 den fazla geminin uğradığı söylenir. Bavullarımızı otele bırakıp çıkınca şehrin hareketliliğini görünce şaşırdım. Sanki insan seli akıyordu. Nüfus yoğunluğuyla kıyaslanırsa Fransa’dan sonra en fazla turist alan ülkenin İspanya olduğu belirtilmekteydi. Özellikle Türk turistlerin fazlalığı dikkat çekmekteydi. Yürürken Türkçe konuşmaları duymak mümkündü. Barselona’da evlerin yapısı, mimarisi, yerleşkeleri, sokak dizilişleri görmeye değerdi. Şehir planlaması harikaydı. Sokaklar ve caddeler uzun, düzgün, birbirine paralel, birbirini dik kesecek şekildeydi. İnsanların omuz omuza yürüdükleri kalabalık caddeler ve meydanlarda bir izmarit dahi arasanız bulmazsınız. Temizliğine hayran kaldım.
Şehir merkezinde sanat eserleri, heykeller oldukça fazla. Modern mimarinin öncülerinden mimar Antonio Gaudi 1882 yılında Sagrade Familia isimli bir kilise inşaatına başlamış. 1926 yılında tramvayın altında kalarak vefatından sonra inşaat halkın yardımıyla halen yapılmaya çalışılmaktadır. 19 yüzyılın mimarisinin günümüze uyarlanması ayrı bir zorluktur. Mimarisi çok farklıydı, kilisede 18 kule olduğu söylendiyse de sayamadım. En uzun kule 170 metre. İç kısmı bir orman görüntüsünde kolon yok sadece dal budak gibi işlemeli yapılar vardı. Her kulenin ucunda bolluk, bereketlik temsil eden meyve figürleri vardı.Halen inşaatı devam eden yapıya “bitmeyen kilise” de denilmektedir. Plaza de Catalunya denilen meydanda 11 yolun birleşmesi ayrı bir güzellikti.
İspanya halkının yabancıya ilgili olması özelliğiyle Türk toplumuna benziyorlar. Bir gece genç bir kıza otel adresini sorduğumuzda kendisi de bilmediği halde farklı yerlere hatta telefonlar ile başkalarına sorarak bize yabancı oldu. Beraber bindiğimiz trenden ayrılırken bizi samimi olarak evine davet etmesi misafirperverliğin örneğiydi. Akdeniz insanının güler yüzlülük özelliğini taşıyorlar.
Park Guell denilen tepenin üzerinde kurulu görülecek yerlerden birisi olan parkta gezinirken şiddetli yağmurun altında şemsiyelerimizin altına sığındık. Yağan aşırı yağmurda ne çamur, ne gölet oldu. Dışarıya çıkınca ülkemizde olabilecek durumu düşünerek aşırı yağıştan acaba taksi bulabilir miyiz diye endişelenirken, caddelerde hiç de su birikintilerinin olmadığını gördük. Çamur zaten olmazdı.
İspanya’ya mahsus olan Flamenko dansları basit bir folklor olmasına rağmen kültürel geleneği temsil etmektedir. Tamamen el ve ayak seslerinin çıkardığı ritim ile bütünleşen dans gösterileri çok paraya çok sayıda seyirciyi toplamaktadır.
İstanbul’daki İstiklal Caddesi gibi düşünülebilecek Las Ramblas isimli caddenin sağı ve solunda sanat eseri sayılabilecek evler sıralanmıştır. Gündüz ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar hayat hareketlidir. Yol boyunca inanılmaz ilginç kıyafetler ki bronz, tunç veya demir yığını görünümünde olan sayılamayacak ilginç kıyafetlerde heykel mi? İnsan mı? Diye karar vermek için dakikalarca hareket etmelerini bekleyenler çoktu. Arada bulunan müzisyenler ayrı bir güzellikti. Heykel görünümlü kişilerin yanlarında birer kutu var onlarla resim çekmek isteyenler, kendilerini onlara para vermek zorunda hissederler. Para kazanmak için saatlerce hiç kıpırdamadan durmak elbette zor. Bu durum orada nerdeyse ayrı bir sektör olmuş.
Deniz mahsulü yemekleri haricinde yöresel mutfakları yok denebilecek kadar az olan, yöreye uygun ciddi anlamda bir yemek ürünü olmayan; ancak denizini, güneşini, bozulmamış tarihi dokusunu değerlendiren İspanya’ya bu kadar turist akımı oluyor ise, Dünya’nın incisi denebilecek İstanbul’a neden aynı sayıda turist çekemediğimizi sorgulamamız ve çözüm bulmamız gerekir diye düşünüyorum.
Etiketler |
Yorumlar
Yorum Yapın !
Yorum yapmak için oturum açmalısınız.