DAYIM’A MEKTUP
- Kategori : 2013,Gazete Yazılarım,Mart
- Yorum Yok
- Ekleyen : Nurhayat VAROL
- Okunma :17.584 kez okundu
İnsanın sevdiklerini ebedi olarak kayıp etmesi yakınlarında, sevenlerinde derin yaralar açmaktadır. Ne zamanki ölüm haberi alırız maziye gezinti yaparız. Kendimizi suçlarız. Neden mi? Düşmüşüz dünya telaşına sevdiklerimize yeterince zaman ayırmamışızdır, sesini daha çok duymak için neden ortam yaratamamışızdır, yani kasıt olmayan ihmalkârlıklar zinciri önce yaşarız da yaşarız.. Kendimizi sorguladıkça sorgularız. Yıllar öncesi olan ortak hatıralar ya da yaşanmışlıklar tıpkı bir film şeridi olur geçer gözümüzün önünden. Anılar yaşanırken zamanında güldüğümüz, kükrediğimiz, coşkuyla anlattığımız olaylar bu defa buğulu gözler ile hatırlanır. Vayyy bee ne kadar da çabuk geçmiş zaman ve olayın kahramanı şimdi toprak altında… Artık sesinizi alamıyor, mimiklerinizi göremiyor, o kendi hesabıyla baş başa. Geride kalanlar için ateş düştüğü yeri yakar misali yanar, ağlar, tutuşur ama hayat devam eder.
Nerden çıktı bu duygusal anlar diyeceksiniz. Her pazartesi günü olan rutin derslerime gitmek üzereyken bir telefon ile İstanbul’da yaşayan, son birkaç aydır zalim hastalığın pençesinde olan hasta olan Saim Dayım’ın vefat haberini aldım. Daha 1 ay önce ziyaretine gittiğimde sohbet ettiğim dayımın ömrü ne çabuk da bitivermişti. Oysa haline bakılırsa bugünkü tarihlerde kardeşleriyle bir araya gelmek için plan yapmıştı. Evet hastalığın adı belli ama biz dahi yeni öğrenmiştik, ne çabuk sardı organları. Dayım ile olan yaş yakınlığından olacak ki ağabey gibi onu görürken bir gün bana “kızım bak sen bana yeğen değilsin evlatsın ona göre” dediği hep kulağımda çınlıyor. İlk yeğendim, ilk torundum, onlar için ilk göz ağrısıydım. O nedenle ilişkilerimizde sıcaktı. İlkokuldayken ilk defa İstanbul’a dayım ile 2 gün süren tren yolculuğu yaparak gitmiştim. İstanbul o zaman sanki daha uzaktı ve göreceğim için heyecan duyuyordum. Çok sık yolculuk yapan birisi olarak o yolculuğumu nasıl unutayım dayım. Yine ilkokulda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında ilk olarak tuvalet giyinmiş ve prenses rolünü almış yine seninle bir gelin edasıyla durarak resim çekmiştik. Artık yetişkin olduktan sonra da beni sana benzeterek akrabalık bağını soranlar vardı.
Yıllar birbirini kovaladı artık İstanbul’da yaşıyordun. Sadece 1 ay ara ile evlendik. Benim balayım senin düğünün olmuştu. Yüreğinin coşkusu yüzüne, yüzünün mutluluğu yüreğine yansımıştı. İki erkek çocuk babası oldun. Öyle bir gelecek hazırladın ki çocuklar kendilerini senin temelini attığın iş hayatında buldular. Gözün arkada kalmasın.
Anne baba duası alan evlat oldun. Yoksulların babası oldun, ekonomik sıkıntı içerisinde olup okuyamayacak durumda olan gençlerin ağabeyi, babası, sırdaşı oldun. Bu dünyaya ve ebedi dünyaya hazırlık yaptın. Günlük bir olay anlatırken dahi heyecanını, esprilerini, bunun yanında nasihatlerini asla unutmayacağım. Gününü dolu dolu yaşamasını bilen Saim Dayım ahiretine yatırımını asla ihmal etmedin.
En son görüştüğümüzde senden ayrılırken “Tanıdıklardan helallik istiyorum. Beni helal etsinler” sesin halen kulaklarımda. Ama ben sana “buradayım dayım beni helal et” diyemedim ki? Sadece odandan kaçtım. “Yine geleceğim sohbet edeceğiz nereye gidiyorsun” diyerek yüreğimi mi ferahlattım bilmiyorum. İşte bir kaç saat sonra taziyene geleceğim. Toprağın altına ne mektup gelir ne de e-mail gelir. Ama ben yazdım işte. Mekanın cennet, ruhun şad olsun.
Etiketler |
Yorumlar
Yorum Yapın !
Yorum yapmak için oturum açmalısınız.