İsmail Yıldırım,1927 yılında Elazığ merkeze bağlı Mustafa Yıldırım-Pembe Yıldırım çiftinden Çalolar (Durupınar) köyünde doğar. 10 yaşına kadar yaşı küçük de olsa babasına köy işlerinde yardımcı olur. Bazı arkadaşlarının Hankendi’de İlkokula başladığını görür ve çok heveslenir. Birgün cesaretini toparlayarak okula gitmek istediğini babasına söyler. Fakat baba Mustafa Yıldırım oğlu İsmail’i azarlar, ”Okul da nerden çıktı, tarladaki işler bizi bekliyor” der. Çok üzülen İsmail gizlice Hankendi İlkokuluna gider, kendi kayıt işlemini yaptırmak ister. Kayıt sırası kendisine geldiğinde, isim ve soyisim sorulur. Bir an duraksar, kendisine köyde Şah İsmail diye hitap ediliyordu, ama Soyisim de neymiş diye düşünüyor. Hemen kendisinden bir önce kayıt yaptıran çocuğun soyisminin Demir olduğunu anımsar. O zaman soyismler “Demir” olur diye düşünür ve “Ben Şah İsmail Demir” diyerek kayıt yaptırır. Okula başlar, öğrenir ki kendisi “İsmail Yıldırım’dır”.Her sabah erkenden köyünden Hankendi’ye okula gider. İlkokul 3. Sınıfta iken Elazığ merkezde bir ev tutarlar. Köyde besledikleri ineklerini de alıp Elazığ’daki evlerinin ahırına götürürler. Oğulları İsmail küçük yaşına rağmen her hafta eşeğe biner, köyün yolunu tutar sap ve samanı eşeğin üzerine yükler. Eskinin acımasız soğuğunda Elazığ’a dönüşünü yüklü eşeğin önünde yürüyerek yolunu alırdı. Eve vardığında dakikalarca soğuktan el ayak uyuşukluğu geçmezdi. 1 yıl böyle geçti.Aile yine köye döndü. Babasının inatla direnişine rağmen çocukları İsmail Elazığ’da okula gidebilmek için bir oda kiralar. Ailesinin ekonomik durumlarının iyi olmasına rağmen sıkıntılar içerisinde okur. Çünkü babası “Bu kadar tarla, mal, mülk varken okuyup muşir mi olacaksın?” diyerek okuldan alıkoymaya çalışırmış. Annesi oğluna köyden ancak yoğurt gönderirmiş. Annesinin gizli saklı gönderdiği yoğurtun buzunu kırarak yer, yorganı başından aşırarak gaz lambasını yanına alarak ellerini ısıtır. Yaz tatillerinde de ağır işçi gibi tarlalarında çalışır. Bu sıkıntılar içerisinde Elazığ Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu ve Elazığ Lisesinden lise mezuniyet ile devlet olgunluk diplomalarını alarak mezun olur. Karayollarında işe başlar. Şantiyelerde çalışır, para kazanır, toprağı çok seven babasının topraklarını artırması için ona yardım eder. Artık evlenme zamanı da gelmişti ki Pincirikli Hidayet Etem ile görücü usulü 26.12.1955 tarihinde evlenirler.
İsmail Yıldırım’ın şantiye hayatı devam eder. 04.01.1957 yılında kızı Nurhayat dünyaya gelir. 4 ay kızını görmeyen baba eve geldiğinde kızını teyzesinin kucağında görünce “Bu güzel kız kim?” diyerek biraz eleştirileri üzerine toplar, kendisini işine adamış, çevresindeki değişiklikleri bile fark etmemişti. Derken 2. Kızı Nesrin doğar. Ankara’ya taşınırlar. Karayollarında çalışmaya devam ederek ve idealindeki Hukuk Fakültesinde de öğrenciliğe başlar. O tarihlerde Karayolları Şube Şeflik sınavı açılmıştı, sınavı kazanırsa fakülteyi bırakma ihtimalini düşündüğü için, ikilem yaşamamak adına sınava girmeyi düşünmezken, arkadaşlarının ısrarıyla sınava girer ve birçok insanın gıpta ile baktığı şube şeflik sınavını kazanır. Maddi ve manevi anlamda doyum sağlayan bu göreve geçmeyi tercih eder ve ilk tayini Adıyaman’a Karayolları 87. Şube Şefi olarak çıkar. Çocukları Nurhayat, Nesrin ve eşi ile Adıyaman’da yaşamaya başlarlar. Adıyaman’da yollar yapılır, bakımevleri kurulur, şehir ile irtibatı olmayan köyler yoğun çalışmalar sonucu artık şehir merkezine rahatlıkla ulaşırlar. Adıyaman halkıyla bütünleşik çalışma azmi gün geçtikçe artar. O tarihlerde çok küçük olan kentte sosyal yaşam renklenir. Etkinliklerin içerisinde İsmail Yıldırım mutlaka yer alırdı.
04.09.1966 yılında ailelerine büyük oğlu Selim katılır. Erkek evlada sahip olmanın mutluluğunu mesleğinin zirvesindeyken yaşar. Adıyaman’da sosyal ilişkileri ve meslek hizmeti çok iyi statüde iken, memleketi olan Elazığ’a 1967 yılında Karayolları 82. Şube şefi olarak gelir. 01.08.1968 yılında aileye dördüncü çocukları Enis Yavuz Yıldırım katılır. Artık iki kız, iki erkek evlada sahipler. Çocukları küçükken onların çok iyi bir eğitim almalarını sağlamak, kişilik gelişimlerine yardımcı olmak, aile ve okul eğitimlerini paralel götürmek, onlara sorumluluk aşılamak, konforlarını sağlamak anne ve babanın ilk hedefleri olmuştur. Onlara öyle bir karakter oturtmaya başlamışlar ki baba örnek insan, baba heykeli dikilecek insan, hata yapılmasına izin vermeyecek katı ve müşfik özelliklerini aynı anda kullanan bir insan! Anne Hidayet evde kuralları olan, eşinin destekçisi, kendisini çocuklarına adamış, çocuklarına çiçek gibi bakan, çevrede iyimserliğiyle bilinen bir anne!
İsmail Yıldırım çok ağır geçen kış şartlarında kar mücadelelerine işçileri ile birlikte çıkar günlerce evine uğrayamazdı. İşi ile de evliydi. Evini, işini, dostlarını, ailesini ayrıca mutlu etmesini bilirdi.
Artık çocuk sayısı yeterli diye düşündükleri bir sırada, yine bebek beklediklerini öğrenirler. Eşi Hidayet’in ağır geçen hamileliğin son yarısında ancak muayene sistemiyle anlaşılır ki evlerine ikiz bebekler gelecek. Tedirgin ve meraklı bekleyiş başlar. 11.11.1971 günü dünya tatlısı sapsarı saçlı, beyaz tenli, civciv gibi Pervin ve Nevin doğar.
Hayatında en çok yıkıldığı, karamsarlığa düştüğü bir yıl var… Oğlu Enis Yavuz Yıldırım 5 yaşında iken grip teşhisi ile tedavi olur. Doktorun tanısı içine sinmeyen anne ve baba, oğlunu çocuk doktoru Fahri Aydın’a götürürler. Ciddi bir tanı ile karşı karşıya kaldığında panik, şaşkın, karamsar, yıkık, kafasında bir sürü soru işaretiyle omuzları düşerken, yanında bulunan bacanağı rahmetli Tümer Akpolat ışıklı yolun olabileceği konusunda O’nu teselli eder. Önce Allah’ın yardımı, sonra Dr. Fahri Aydın’ın isabetli tanı ve tedavisi ve ayrıca tedavi sürecinde gece saat 12.00-04.00 saatlerinde dahi evimize gelerek iğneleri yapan sağlıkçı Necati Demir Sayesinde Enis sağlığına kavuşur.
Kendisini işine, ailesine, memleketine adamıştı. İşinde başarıyı yakaladıkça büyük mutluluk duyuyor, işlerini büyütüyordu. Mesleğinde yeni arayışlar içerisine giriyordu. Evde yaşları birbirine yakın 6 çocuk vardı. İşinde o kadar mutluydu ki çocukların en iyi şekilde yetişmesi için çaba gösteren, sorun yaratmayan eşi Hidayet hanım vardı.
İsmail Yıldırım 1979 yılına kadar yaklaşık 30 senesini verdiği, adeta; yedinci evladı olarak gördüğü Karayollarından, isteği ve rızası dışında tayininin çıkarılması ve bu durumu evladın babasını reddetmesi gibi telakki etmesi sebebiyle muvafakat alarak, Fırat Üniversitesine naklen geçiş yapmak suretiyle bu güzide ve köklü teşkilattan ayrıldı.
Fırat Üniversitesinde Araştırma ve Uygulama Çiftlik Müdürlüğü ve Kütüphane Müdürlüğü görevlerini ifa etmekle birlikte, bu geçişin üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden 12 Eylül ihtilalı gerçekleşti. İhtilal döneminde Elazığ Belediye Başkanlığı görevini o zamanki Merkez Komutanı Albay Mithat Öztekin 1 yılı aşkın bir süre yürütmüş olup, daha sonra dönemin Elazığ Valisi Ömer Haliloğlu’nun Belediye Başkanlığı için giriştiği isim arayışıyla ilgili olarak şahsı ve şehrimiz açısından değeri çok büyük bir şahsiyet olan rahmetli Eczacı Ünal Akbay’ın önerisi, referansı ve aracılığı ile bu teklif İsmail Yıldırım’a ulaştırıldı. Ancak uzunca bir zaman bu teklife çeşitli mülahazalarla olumlu bakmamış ve Belediye Başkanlığı yapması teklifine direnmiştir. Bir Cuma günü ağaç dikme seferberliği çerçevesinde düzenlenen bir etkinlikte dönemin Sayın Valisinin İsmail Yıldırım’ın yanına gelerek: “ İsmail Bey, anlaşıldı bu böyle olmayacak, sizi Belediye’ye getirebilmenin yolu Pazartesi günü sizi orada ziyarete gelmekten geçiyor, hayırlı olsun” emri vakisi karşısında en nihayetinde 1981 baharında söylediklerini yaptırmış oldular.
Yaklaşık 2 yıla yakın süren Belediye Başkanlığı görevini yürüttüğü sırada ifa edilen bir çok hizmetten söz edilebilmesi mümkün ise de, burada sadece o yıllarda Belediye tarafından temin edilen şehrin kömür ihtiyacıyla ilgili ortaya çıkarılan kaçak kömür ve Belediye’deki uzantılarından, balık fiyatlarına ve sebze haline yön veren yapılanmaların çökertilmelerinden bahsetmekle yetinmek suretiyle buradaki görevinden Vali Saim Çotur’un Elazığ’a atanmasından bir süre sonra affını isteyerek ayrılmış ve tekrar Üniversitedeki görevine dönmüştür. 1985 yılında emekli olmuş ve yeni bir hayat başlamıştı. Artık çocuklarının tahsilleri devam ederken, tahsillerini bitirenler de evlenmeye başlamışlardı.
Çocuklarına her baba gibi İsmail Yıldırım da elinden geldiğince iyi tahsil yapmaları için planlar yaptı. Onlar da babalarının verdiği emeklerin farkındalar ve sorumluk sahibiydiler. Kızı Nurhayat VAROL “Fırat Üniversitesinde Öğretim Görevlisi”, Nesrin Girgin “ Üniversite mezunu kardeşlerine ablalık ötesi emeği oldu”, Selim Yıldırım “Kurum avukatı”, Enis Yavuz Yıldırım “Cumhuriyet Başsavcısı”, Pervin Küçüközen “İnşaat Mühendisi” ve Nevin Savaş “Kimya Mühendisi” oldular. İsmail Yıldırım meslek seçimlerinde çocuklarının istekleri doğrultusunda onları yönlendirdi.
İlerleyen zamanda çocukları evlendi ve 6 çocuk babası iken 12 çocuğu oldu. Damadı Asaf VAROL “Prof. Dr. Öğretim Üyesi”, Haluk Girgin “Nakliyatçı serbest çalışıyor”, Ufuk Küçüközen “Makine Mühendisi”, Bülent Savaş “Doktor”. İsmail Yıldırım 12 torun sahibi oldu.
Emekliliğin tadını eşiyle baş başa çocukları ve torunlarının gelmesiyle çıkarmaya çalıştı. 2010 Ocak ayında 2 ay hastanede kalmasını gerektiren neden ortaya çıkıncaya kadar, sağlık konusunda sıkıntısı yoktu. Hiç hatırlamadığı 40 günün sonunda tekrar evine ve çocuklarının arasına dönebildi. İsmail Yıldırım hastanedeyken kendisini yalnız bırakmayan akraba, eş ve dostlarına her zaman teşekkür eder ve duaları geri çevirmeyen Allah’a şükreder!
Damadı Prof. Dr. Asaf Varol’un kaleminden Kayınpederi! (03.06.2010)
Kayınpederim İsmail Yıldırım rahmetli babamın dayısı oğludur. Kendisi Karayolları 8 inci Bölge Müdürlüğü bünyesindeki 82 inci Şube Şefi olarak uzun yıllar görev yaptı. Rahmetli babamın Kapalı Çarşıdaki tuhafiye dükkânına bacanağı Fırat Üniversitesi eski Genel Sekreteri Rahmetli Tümer Akpolat ile sık sık gelirlerdi. Dükkâna geldiklerinde oturur sohbet ederler ve çay içerlerdi. Kayınpederimi gördüğümde heyecanlanırdım ve kendisinden çekinirdim. Çünkü sohbet sırasında mutlaka bana matematik sorusu yöneltirdi. Olur ki cevap vermede zorlanırım ve mahcup olurum endişesini bir türlü üzerimden atamıyordum.
Kayınpederim İsmail Yıldırım’dan gerçekten çok çekinirdim. Bunun bazı sebepleri vardı. Bulunduğu görev benim için erişilmeyecek bir makamdı. Diğer taraftan annem daha gençlik yıllarımda zaman zaman “Şef İsmail Beyin kızı Hayat’ı ileride sana isteteceğim” diyordu. Bu söylem beni heyecanlandırıyordu. Nurhayat’ı görmemiştim ama o şefin kızı idi. “Benimle evlenir mi acaba?” düşüncesinden olacak ki kayınpederimden daha da çekinir olmuştum.
Yıllar çok çabuk geçti, ben Elazığ Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi son sınıfta idim. Nurhayat’la 1977 de nişanlanmıştık. Nişanlanma ile birlikte Kayınpederimden ilk ültimatomu da alıyordum. “Asaf Ağa öyle sık sık gelip gitmek yok” dediğinde ter içerisinde kalmıştım. Nişanlımı görmek için Karayolları lojmanlarına giderken de ödüm yarılıyordu, ya kayınpederim görür bana kızarsa diye! O nedenle de zaman ayarlamasını iyi yapıyordum ve mümkün olduğunca kayınpederimin evde olmadığı saatlerde ziyarete giderdim. Sağ olsun kayınvalidem Hidayet annem bu konuda elinden geldiğince gidiş gelişlerime imkân tanıyordu.
Şubenin makam odası ve bahçesi çok güzeldi. Her taraf çiçeklerle donatılmıştı. Kayınpederim bahçenin peyzaj çalışmalarını bizzat yapıyor ve şube içinde cennetten bir köşe yaratmıştı. Makamına ziyarete gittiğimde, arkadaşlarına, dostlarına beni tanıtır ve hemen babamdan söz ederdi.
Nurhayat ile nişanlandıktan bir süre sonra İstanbul Teknik Üniversitesinde yüksek lisans öğrenimi için Elazığ’dan ayrılmıştım. Tatillerde Elazığ’a geldiğimde soluğu nişanlımı görmek için lojmanlarda alıyordum. Eve rahat gidip gelebilmek için de Nurhayat’la 27 Mayıs 1978 tarihinde nikâh kıymıştık. Düğünü yapmamış olmamıza rağmen Nurhayat nasıl olsa resmen resmi nikâhlımdı. Bu yüzden de Kayınpederlere daha rahat gidip gelebiliyordum.
Nikâhtan sonra Kayınpederimin Erzurum’da Karayolları Şube şefliğine tayini çıkartılmıştı. Siyasi bir tercih sonucu yapılan bu tayin kayınpederimde derin bir burukluk yaratmıştı ve uzun yıllardır verdiği emeğin karşılığının bu şekilde olmaması gerektiğini dile getiriyordu. Ani bir karar vererek ömrünü tükettiği Karayollarından ayrılıp Üniversiteye Kütüphane Müdür olarak nakil yaptırmıştı.
12 Eylül 1980 darbesini müteakiben Kayınpederim İsmail Yıldırım Valilikçe tedviren Elazığ Belediyesi Başkanlığına getirilmişti. O dönemlerde ben ve Nurhayat Almanya’da idik. Mayıs 1982’de Almanya’dan döndüğümüzde kayınpederim halen Belediye Başkanlığı görevini sürdürüyordu. Kısa bire süre sonra siyasi seçimleri takiben tekrar Üniversitedeki kadrosuna geri döndü. Kendisi daha sonra da Üniversite Çiftliğinin Müdürlüğünü de yürüttü.
Sohbetlerimizde sürekli karayollarına verdiği hizmetleri sıkça anlatırdı. Kış aylarında verdiği kar mücadelesini anlattıkça, sanki de o günleri yeniden yaşıyordu. Elazığ’da bir karayolu ya da sanat yapısı gördüğümüzde, o eserde emeğinin olduğunu büyük bir heyecanla hikâyesini anlatırdı.
Kendisi Ankara Hukuk Fakültesini kazanmışken, o sıra şube şefliği sınavların da giriyor. Karayolları Şube şefliği görevini, hukuk fakültesine tercih ediyor, ama hukuk fakültesine devam etmemesi de içinde bir uhde olarak kalıyor. Bu arzusunu evlatları yerine getiriyor. Büyük kaynım Selim Yıldırım Avukat, Küçük kaynım Enis Yavuz Yıldırım Başsavcı ve eşi Hâkime oluyor.
Kayınpederimin kendine has özellikleri vardı. Disiplinli, dürüst ve güvenilir bir yöneticilik anlayışına sahipti. Elemanlarından çalışkanları, dürüst olanları sever ve korurdu, ama işini ihmal eden işçilerine de acımazsızdı.
Bir gün şubede çalışan bir işçi bir sepet yumurta ile lojmana geliyor ve kayınvalideme bu sepeti veriyor. Kayınvalidem de bu sepeti kayınpederimin gönderdiğini zannederek sepeti alıyor. Akşam kayınpederim eve geliyor ve yumurtaları görüyor. Kimin getirdiğini soruyor. Kayınvalidem de getiren işçiyi söylüyor. Kayınpederim bir sepet yumurtayı eve aldığı için kayınvalideme çok kızıyor ve sepeti bahçeye atıyor. Yumurtaların hepsi kırılıyor. İşte o dönemin idarecilerinin tasarrufları! Yumurtayı rüşvet verilmiş kabul ediyor ve tepkisini evdekilere bu şeklide gösteriyor.
Kayınpederimin dürüstlüğünü anlatan diğer bir olayı sizlere aktarmak istiyorum. Karayollarından ayrılması kendisini çok etkilemişti. Bu haksızlığın kendisine yapılmaması gerektiğini söylüyordu. O dönemlerde Karayolları çalışanları biribirine çok bağlı idiler. Sosyal dayanışma had safhada idi. Birgün dönemin Karayolları 8 inci Bölge Müdürü beni makamına çağırdı. Kayınpederimin karayollarına verdiği emeği anlatmakla bitiremiyordu. Karayollarına olan düşkünlüğü dile getirerek, kayınpederimin karayolculuktan uzaklaşmaması için bir teklifte bulundu. Her yıl onarım ihaleleri yaptıklarını ve bu ihalelere kayınpederimin taşeron olarak katılmasını teklif etti. Sivrice yolunun bakım onarım işi yapılacaktı. Bu işi kayınpederime vermek istiyordu. Ben de bu teklifi Kayınpederime söyledim. Onarım yapılacak yol ile ilgili fiyat pozlarını inceledi. Yapılacak onarımla ilgili bir hesap yaptı. Teklif edilen fiyat ile bu yolun onarılmasının mümkün olamayacağını bana hesaplamalarla ispat etti. “Ben bu işi alırsam, teknik şartnamesi nasılsa ona göre yaparım. Çürük iş yapmam. İşi düzgün yapmak istersen de bu fiyata kurtarmaz” demişti. Oysa o işi almak için birçok kişi sırada bekliyordu!
Kayınpederimin çok büyük mal ve mülk varlığı yok. Kendisinin her zaman söylediği bir söz var.” Benim en büyük mal ve mülküm çocuklarımın konumları” der. En büyük servetim çocuklarımdır, hepsi çok şükür okudular, yuvalarını kurdular ve beni hiçbir zaman mahçup etmediler” diyor.
2010 yılında kayınpederim yanlış uygulanan bir kemoterapi nedeniyle ölümle burun buruna geliyor. Ailenin tüm fertleri ümitsiz bir halde ölümü beklerken, Kayınpederim eski toprak olduğunu kanıtlıyor ve 83 yaşında tekrar hayata geri dönüyor. Bu mucizevi geri dönüş ile aile fertleri olarak babamızı bize geri verdiği için Allahımıza dua ediyoruz ve kendisine uzun sıhhatli ömürler diliyoruz.
Kızı Nurhayat Varol’un kaleminden babası (03.06.2010)
Babamı ne çok da severmişim…
Her çocuk babasının her şeye ama her şeye gücünün yeteceğini düşünür. Ben de babamı tanıdığım günden beri her çocuk gibi aynı duyguları yaşıyorum. Evet babam artık yaşlandı. Babam fiziken çökmüş olabilir. O, o kadar kuvvetli bir karakter ve mantığa sahip ki sırtımı yasladığım büyük çınarım babam. Onun gücünü sırtımda hissetmem, gölgesinin üzerimde olması o kadar değerli ki… o duyguyu asla yitirmek istemiyorum. Sözünü ettiğim çınar sadece bana mı gölge yaptı? Sadece bana mı sırtımı yaslattı, hayır. İşte güzellik buradaydı. Babam insan sever, babam başkalarının mutluluğu ile daha çok mutlu olmasını bilen, vatana- millete hizmet etmeyi görev edinmiş bir baba. Bu baba sülalenin, komşunun, çevresindeki bir çok insanın babası olmuştur.
Babamı tanımlamak hem çok zor hem de çok kolaydır. Zordur çünkü o kadar çok özelliklere sahiptir ki saymakla bitmez. İnsani değerlere değer vermeyi babam ilke edinmiş ve bizi de bu anlamda yönlendirmiştir. Babamı anlatmak çok kolaydır çünkü; babam net bir insandır, saydamdır, dürüsttür.
Anne ve babamın ilk çocuklarıyım. İlk torun, ilk yeğen olma avantajını yaşadım. Çocukluğum dönemimde birçok insanın sahip olmadığı imkânlara sahip olmama rağmen, şımarma lüksüm olamazdı. Babamın benden olgunluk beklediğinin farkındaydım, aksi bir şey düşünemezdim. Bu nedenle olacak ki ben çocukluğumdan beri olgun olmak zorunda kaldım. İlkokula başlamadan bana okumayı babam öğretmişti. 23 Nisan çocuk bayramlarında çok net hatırladığım manzara; babamın bir eline fotoğraf makinası, kolunda hırkam tören bitinceye kadar dolaşmasını asla unutamam.
İlkokuldan Universiteye kadar babamdan matematik, geometri ve divan edebiyatı konularında yardım aldım. Bu alanlarda da sınıflarımda sürekli söz sahibi oldum. Devamında da bana Üniversitede matematik okumamı kesin tavsiye ederek mesleğimi seçme kararımı aldırttı.
6 kardeş aynı evde uyumlu, birbirimizi koruyarak büyüdük. Büyükler ve küçükler o kadar uyumlu yasadık ki. Büyüyünce anladım ki anne ve babam bize öyle bir rota çizmişler ki, öyle bir ortam yaratılmış ki o muntazam düzende kendimizi bulmuşuz. Büyük ve küçük kardeşler arasında saygı, sevgi dayanışması o günlerde atıldı.
Diyarbakır yoluna gidiyorum babamın eserleri ni görüyorum., Malatya yoluna gidiyorum babamın eserlerini görüyorum, Karayollarının bulunduğu kaldırımdan yürüyorum babamın eserlerini görüyorum. En önemlisi de babamın her birisi bir başka yönünü taşıyan 6 (kardeşlerimi) eserini görüyorum.
Babamı 2010 Ocak ayında kayıp ettik derken tekrar kazanmanın mutluğuyla onu daha çok seviyor ve ondan öğrenmek istediğim daha çok şeylerin olduğunun farkındalığına vararak öğreneceklerimi sıralıyorum. “Allah seni başımızdan eksik etmesin” örnek insan babacığım.
Kızı Nesrin Girgin’in kaleminden babası
Konu İsmail Yıldırım ise bu yazıyı yazmak o kadar kolay değil. Yaşadığı kuşak içerisinde farkını net bir şekilde ortaya koyabilmiş; bireysel, sosyal, kültürel, dünya ve hayat görüşüyle, tavrıyla, tarzıyla hep çok farklı bir insan profilidir. Bazı insanlar vardır ki onları kelimeler değil ancak kavramlar anlatabilir. Dürüstlük, adalet duygusu, objektif bakış, mantık, ileri görüşlülük, sorumluluk, güçlü olma, vatan milletseverlilik, ilkelilik, saygınlık, dost canlılığı, babacanlık, güvenilirlik… Ve daha birçok kavramın kesiştiği isimdir İsmail Yıldırım.
Siz değerli okuyucular da hemşeriniz İsmail Yıldırım’ı bu şekilde tanımlıyorken, ben babam İsmail Yıldırım’dan söz edeyim. Kendi kuşağı içinde farkını ortaya koyabilmiş bir baba. Sahip olduğu değerleri bizlere; evlatlarına en etkin, en güzel şekilde verebilmeyi başarmış bir baba. Biz kardeşler, bu temel değerleri paylaşan eşlerin çocukları olarak şansımızın bilincindeyiz. Doğru insan yetiştirmeye çalışırken doğru örnek olabilmek: bu, bana gerçek anlamda akademik bir başarıdır. Babam, tabiî ki annemle birlikte insan olarak bu değerleri taşıyıp, bizleri bu şekilde eğitmişken sizlerle şunları paylaşmak istiyorum: Sevgisiyle, şefkatiyle, fedakarlıklarıyla, sağladığı güvenle, bizlere verdiği önemle, değerle, birlik beraberlik duygusuyla, hep biz kardeşlerin üzerini örten, ısıtan, koruyan, VARLIĞIYLA BESLEYEN, hayat veren bir baba olmuştur. Bu enerjisini sadece ailesiyle değil, çevresiyle de paylaşmıştır. İş hayatında çalışanlarına da babaydı.
Karayolları 82. Şube Şefliği döneminden özlemle andığım bir şeyi paylaşmak istiyorum: Mesai sonrası günün yorgunluğunu atmak üzere babam ve arkadaşları bir araya gelirlerdi. Bu görüşmenin en uygun yeri Şube Şefliği’nin bahçesi olurdu. Rahmetli Şükrü Amca’mın eliyle özenle bakımını yaptığı cennet gibi bir bahçe… Benim lise yıllarım… Ben de mesai bitimini sabırsızlıkla bekliyorum ve zamanı gelince bisikletle o güzelim bahçenin keyfini yaşıyorum. Şunu hep gözlemliyordum; babamla dostlarının bir araya gelişleri hiçbir zaman sıradan bir görüşme gibi olmuyordu. Bunun çok ötesinde bir şeydi. Bence orada bulunan herkes için terapi etkisi yaratıyordu. Babam, dost canlılığı, doyumsuz sohbetiyle mimarıydı o grubun. Benim kişiliğimin, karakterimin mimarı olduğu gibi…
İfade etmeliyim ki: benim dünyadaki zenginliğim, böyle yüce değerlere sahip bir aileden gelmektir. Biz tüm kardeşler, Yıldırım Ailesi’nin evlatları olma onurunu, gururunu her zaman yaşadık, yaşayacağız da…
Bana göre, İsmail Yıldırım’ın evladı olmak ayrıcalıktır. Özel bir insan, özel bir baba. Bizlere yaşattıkların, verdiklerin, kattıkların, BABALIĞIN için sonsuz teşekkürler babacığım. Sağlıklı, mutlu uzun ömürler diliyorum.
Kızı Pervin Küçüközen’in kaleminden babası
Geniş ailemiz ve çevremiz içerisinde kocaman bir çatı, birkaç ailenin babası İsmail Yıldırım her dönemde ve her yaşında aile içerisinde sözüne itibar edilen aile büyüğü olma misyonunu yüklenmiş ve birleştirici olmuştur. Aile içerisinde özverili bir evlat, iyi bir ağabey, eş, damat, enişte, baba bulunduğu iş ve arkadaş çevresinde güvenilir bir arkadaş, dost olmuştur. Eş-dost akraba arasındaki ağırlığı her zaman kendisini hissettirmiştir. Şu an meslek sahibi birçok başarılı hemşerimizin meslek ve iş seçimlerinde babama danışılmış, birçok mutlu yuva sahibi akrabamız için kız istemeyi sözüne itibar edilen aile büyüğü olarak babam gerçekleştirmiştir. Sadece akraba ya da kan bağı olması gerekmez, hiç tanımadığı bir kişiye ait duyduğu herhangi bir haklı başarı hikayesi kendi çocuklarıymış gibi İsmail Yıldırım’ı her zaman heyecanlandırmış ve sevindirmiştir.
İşin özünü anlayıp yaptığı her işi layıkıyla yapmayı felsefe edinmiş İsmail Yıldırım başlayıp bitirmediği hukuk fakültesi mezunu kadar iyi ve sağlam hukuk bilgisine sahip olduğunu, yıllarca büyük bir şevkle çalıştığı Karayollarında yıllarca yaptığı özverili çalışmalar neticesinde edindiği tecrübe ile yol inşaatı konusunda birçok İnşaat Mühendisinden çok daha fazla mühendislik bilgisine sahip olduğunu çocukları olarak hayretle seyretmişizdir.
Bulunduğu görevlerde sadece görevi yerine getirmek için çalışmak değil, “Başka neler yapıp memleketime nasıl faydalı olabilirim!” düşüncesiyle hizmet etmiş İsmail Yıldırım’ın Karayolları Şube Şefliği’nin önünde yola gölge yapan kocaman çınar ağaçlarını diktirttiğini ve bakılarak büyütülmesi için özel ihtimam gösterdiğini kimse bilmez. Dürüstlüğü, doğruluğu kendisine ilke edinmiş ve bulunduğu görevlerde daima yaptığı işin hakkını vererek yapmaya çalışmış, vatan için hizmet sevdalısı İsmail Yıldırım her zaman çocuklarına dürüstlüğü ve doğruluğu nasihat etmiştir. 2010 yılı ocak ayında hasta yatağında belki de yoğun bakım ünitesinde yatması gereken bir hasta durumundayken bile oğluna “Vatana millete hayırlı işler yapın” nasihatında bulunmuştur.
Vali tarafından resen atanarak Belediye başkalığı yapmak Türkiye tarihinde duyulmamış görülmemiş bir şeydir herhalde. 80 ihtilalinden sonra o dönemin Valisi Ömer Haliloğlu tarafından yapılan kamuoyu araştırması neticesinde bu görev için önerilen 3 tane isimden en fazla dürüstlüğü ile listenin başında yer alan isim İsmail Yıldırım olmuştur. İsmail Yıldırım’ın çocuğu olma onurunu ve gururunu her zaman yaşadık, yaşamaya da devam edeceğiz, böyle bir gururu bize yaşattığı için yüce Allahıma sonsuz teşekkürler ve şükürler.
Bize İsmail Yıldırım’ın çocukları olma gururunu yaşatan babamıza hayırlı, sağlıklı güzel ömürler diliyoruz.
Kızı Nevin Savaş’in kaleminden babası
Ben Nevin (Yıldırım) SAVAŞ, İsmail Yıldırım’ın en küçük çocuğuyum. Babama ve anneme ne kadar teşekkür etsek, ne kadar minnettar kalsak azdır. Çünkü onlar bütün çocuklarını çok güzel yetiştirdiler. Devletimize, milletimize, ailemize hayırlı evlatlar yetiştirdiler. Daha küçüklükten insanın hayatında kendine örnek aldığı ve dünyanın en zeki, akıllı insanı diye düşündüğü birileri vardır ya? işte benim babam da öyleydi. O küçüçük zihnimde öyle şekillenmişti, ama yetişkin olduktan sonrada gördüm ki benim babam çok iyi matematikçi, çok iyi hukukçu, çok iyi inşaatçı, çok iyi edebiyatçı, çok iyi tarihçi ve genel kültür konusunda çok derin bir bilgiye sahip. Birkaç sülalenin en büyüğü olup da sözü sohbeti dinlenecek en adam gibi adamı. En’lerin en fazla toplandığı Babamı Allah başımızdan eksik etmesin. 2010 yılı Subat ayında yaşadığımız o talihsiz olayda, herkesin bitti dediği gün tekrar aramıza döndüğü için ve Babamın kızı olma gururunu ve mutluluğunu yaşattığın için şükürler olsun Allah’ım.