Öğr.Gör.Nurhayat VAROL- Kişisel Web Sayfası

AHH O DUYGULU ANLAR

29
Şubat
2016

İnsanları birbirinden ayıran mesafeler midir? İş yoğunluğu mudur?  Gurbet midir? Dargınlıklar mıdır? Aradaki geçimsizlik midir?  Ruhların uyuşmaması mıdır? Herkese göre sıralanacak çok neden veya unsur vardır.  Ancak ölüm tartışmasız  ayrılıktır.

Günümüzde artık binlerce kilometrelik mesafeler belki iletişim ağları sayesinde yakın oldu.  Bazen insan canını ciğerini uzağa gönderirken artık görebilecek miyim hissine kapılır.

Oğlum Cihan’ı Üniversiteden mezun olduktan sonra İngilizce dil seviyesini ilerletmek ve lisansüstü eğitim yapmak üzere Amerika’ya yolcu ettiğimde, dizlerimin bağının çözüldüğünü anladım. Cihan henüz 20 yaşındaydı.  Okyanus aşırı bir ülkeye tek başına yolcu etmiştik.  Okyanus aşırı çok uzak bir ülke olduğu için psikolojik olarak yıkılmıştım. Ta ki dönem arası tatile gelinceye kadar sanmıştım ki artık gelemeyecek. Anne yüreği işte acaba evine, ailesine özlem duydu mu? Sıkıntısı var mı? Ne yedi, ne içti? Hatta sevdiği yemekleri uzun süre ben de evde yapmadım. Sanki yaparsam evladıma haksızlık yapmış gibi olacaktım. O yıllarda internet üzerinden görüntülü görüşmek elbette bu kadar kolay değildi, bu kadar seçenek yoktu. Telefon ile görüşmemizi sağlıyorduk.

Evladım Ocak ayında 3 haftalık bir tatil için Türkiye’ye geldiğinde adeta evde güneşim doğmuştu. Çok heyecanla hevesle gittiği ülkeden sanki biraz da hevesini almış gibi gelmişti. Duygusal yanımı kullanıp artık gitme desem belki gitmeyecekti. Ancak orada kısa sürede yüksek lisans eğitimine başlamıştı. Güzel bir başarıyı kısa sürede yakalamıştı. O başarının üzerini duygularıma yenilip çizme hakkım yoktu. Ayrıca önemli bir faktör eşim sevgili Asaf’ın en büyük arzularından birisiydi. Çocuklara yurtdışında eğitim yaptırıp İngilizce dile seviyelerini üst sınıra getirmek. Onun bu idealini çok iyi bilmem benim yine elimi, kolumu, dilimi bağladı. Tatil sayılı gün işte, çabucak bitti ve Cihan yine uçtu. Aklım yine Amerika’da… Küçük oğlum Serkan Ankara’da üniversite öğrenimine başlamıştı. Ancak Ankara artık öyle yakındı ki; sanki Elazığ’ın yanı başındaydı. Tabii ki Amerika’dan sonra her yer yakındı.  Aynı yıl yaz tatilinde ailece Amerika’ya gitmiştik. Tabii ki bir ev ortamını oluşturmamız, çocuğumun yaşadığı yeri tanımamız bizi rahatlatmıştı. Bu defa da tek olan büyük oğlumun yanında küçük oğlum Serkan’ı da bırakarak geri dönmek, ağır gelmişti bize. Türkiye’ye gelince rüya mıydı diye düşünüyordum. Yıllarca her yıl fırsat buldukça izinlerimi çocuklarım ile birlikte geçiriyordum.  Elbette özlem bitmiyor ve evlada doyum olmuyordu.  Ancak onları mutlu gördükçe,  çizilen yol haritasından memnuniyetlerini dile getirdiklerini duydukça, benim o ilk yıllarda sağlık ve psikolojik anlamda kayıp ettiklerim aklıma gelmiyor.  Bilmiyorum ama belki de eşim ve çocuklarımın beni anlamalarını beklemiştim. Belki duygularını açığa vurmalarını bekledim yada bekliyorum.

Çevremde yaşanılanlara bakılırsa genelde deriz ya ana yüreği, ana yangın. Oysa babalar yüreklerinin sesini ancak kendileri dinleyebiliyor,  iç dünyalarında duygularıyla baş başa kalıyorlar, kapalılar. Erkek çocuklar genellikle duygularını çocukluk yaşlardan itibaren bastırırlar sanırız ki soğuk yapıları var. Dışa vurmayı bilmiyorum ama belki zayıflık olarak mı görürler.  Ben iki erkek çocuğun annesi olarak onları çözmeye çalıştım. Bazen sitem ile bazen ders çıkararak, bazen nükte  yaklaştım… Ama her zaman aklıma gelen kız çocuk ve erkek çocuğun ailesine olan sıcak davranışın dışa yansımasındaki farklılık.  Benim özlem dolu geçen yıllarımı sanıyorum ki sadece ben biliyorum. Çünkü neden? Erkek çocukların ketum durumlarıdır belki. Belki duygularını saklayışlarıdır.

Yıllar geçti. Özlem biter mi bitmez.. Ama onlarında artık yerleşik aile düzenlerinin olması elbette özlemi azaltmaz ama bazı kaygılarımı yok etti. Allahım’a şükrediyorum ki istediğim an telefonun diğer ucundalar, yılda bir defa da olsa görme şansına sahibim. Rabbim çocuklarını göremeyecek yerlere gönderen Anaların yardımcısı olsun.

Belki sevgi ve ilgilerini kız çocuk kadar gösterme becerisi, yeteneği olmayan erkek evlat da bazı durumlarda beden dili ile dahi iç yıkımını anlatabiliyor.  Bazı olaylar bana gösterdi ki; erkek evlat ne kadar kuvvetli görünmek isterse istesin yakınını kayıp, hele bu kayıp da anne ise yürek bir başka yanıyor.

Eşim babasını kayınpederimi 1988 yılında kayıp etmişti. Ani beklenmeyen bir durumdu. Anjiyo olmak için gittiği İstanbul’dan cenazesinin gelmesi bizde şok etkisi yapmıştı.  Ama hatırlıyorum eşim ve kardeşleri daha metanetli idiler. 3 yıl önce eşim bu defa annesini kayıp etti. Kayınvalidemin son nefesinde yanında eşim, ben ve çocuklarımız vardık .  Aslında ben artık onun son dakikaları yaşadığını hissediyordum ancak, eşim “insan yakınına ölümü yakıştırmaz” misali sanırım beklemiyordu.  İlk defa bir vefat olayını görmenin hem panik hem de üzüntüsü içindeydim ki annesinin ölümüne inanamadığını, annesini uyandırmak için nasıl sarstığını ve bir yandan da çırpındığını asla unutamam.  Artık orada bulunanlar eşime yoğunlaştık. Elbette her geçen saat daha rahatlamaya başladı. Gerçekten zaman her şeyin ilacıdır.

Yine geçtiğimiz günlerde Gazetemiz İmtiyaz Sahibi, Elazığ Basın ve Medya Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Nafiz Koca muhterem annelerini kayıp etti. Doğrusu başsağlığına gittiğimde kendilerinden çok etkilendim. Deriz ya erkekler güçlü olur. Ayrıca da Nafiz Bey gerçekten gümbür gümbür konuşmaları ile hafızamızda iz bırakmıştır. İşte doğruyu savunduğu yanlışı dile getirdiğinde masaya yumruğunu bırakan o dik duruşlu insan annesinin acısına yenikti o gün.  Doğrusu o kadar etkilendim ki başsağlığı dilerken kelimeler benim de boğazımda düğümlendi.

Demek ki sadece anneler çocukları için özlem duymuyor. Erkek evlatların çoğu ancak kayıp anında duygularını saklamayı beceremiyorlar. Anne acısı bu…

Öncelikle Sayın Nafiz KOCA’ya tekrar başsağlığı diliyor, göç edenlerin mekânları cennet olsun diyorum.

Etiketler

Yorumlar

Yorum Yapın !

Yorum yapmak için oturum açmalısınız.