BEYAZ BULUTLAR ÜZERİNDE
- Kategori : 2013,Eylül,Gazete Yazılarım
- Yorum Yok
- Ekleyen : Nurhayat VAROL
- Okunma :1.542 kez okundu
Bugünkü yazının yayına girmesi için malum birkaç gün önceden yazmam gerekir. İşte bu hafta köşe yazımı her zaman olduğu gibi ne evimde, ne işyerindeki ofisimde, ne bahçede, ne karada, ne suda yazıyorum. Karadan 12.000 metre yüksekte uçaktayken yazıyorum. Yaz tatili için gittiğim Amerika Birleşik Devletlerinden artık dönüş tarihi geldi ve yola koyuldum. Yüreğim ikiye bölünmüş halde uçağa geçtim. Neden mi bölünmüş? Yarısı şu an çocuklarım ve eşimin kaldığı gurbet ellerde. Diğer yarısı da sevdiklerim ve sevenlerimin olduğu vatanımda. Ne yardan ne selden vazgeçmemek bu olsa gerek diye düşünüyorum.
İnsanın canından çok sevdiği çocuklarından bu kadar uzak mesafelerde yaşaması elbette bir anne için zordur. Yaşam şartları öyle gerektirince de kabullenmekten başka yapacak bir şey yok. Gurbet ellerde uzun süre yaşamayı düşünemediğimi yakınlarım bilir. Yıllar önce bazen kesintisiz 1 yıl, 9 ay, 6 ay, 3 ay ya da gün hesabıyla geldiğim zaman dahi her zaman söylediğim “Benim dönüş biletim çantamda olmalı..” İşte yine ailemi bırakarak evimin yolunu tuttum.
Yabancı ülkelerde uzun süre kalmak istemeyişimin asıl nedeni, sosyal ilişkilerin zayıf olması diye düşünüyorum. Hatıralarımın saklandığı evimi seviyorum, insanı seviyorum, paylaşımı seviyorum, işimi seviyorum…. Sıralanacak o kadar çok neden var ki bana göre. Dileğim böyle yüreğini bölenler için uzak mesafelerin kalkması olsun diyelim.
Birkaç uçak yolculuğumun dışında tercihimi Türk Hava Yolları ile yapmaktayım. Amerika’ya uçan şirketler arasında bazen daha pahalı olsa da hem ulusal şirket olması hem de gerçekten konforlu olması seçim tercihimizdir. THY ile yurtdışı olarak ABD, Hong Kong, Bangkok, Pekin gibi farklı uçlara uçmuştuk. ABD’ye yıllardır New York ve Chicago’dan giriş yapıyorduk. Çocuklarımızın Texas eyaletine gitmeleri sonucunda güzergahımız bu defa Houston oldu. İstanbul’dan çıkarken ilk göze çarpan yolcularda farklılık olması. Güney ülkelerden yolcular daha çoktu. Uçakta hemen lavaboların kullanımlarından dahi farklılık olmuştu. Kötü kullanılıyordu. Birkaç saat önce salondan uçağa geçerken farklı yolcu profiliyle karşılaştım. Kenyalı ve Çinli yolcu fazlaydı. Adı THY ama yok denecek kadar az Türk yolcu.
Kenyalı yolculardan bayanlar göğüslerindeki kanguruya bir çocuk bırakmış, sırtındaki heybede yine bir çocuk, elini tuttuğu bir çocuk, yerde sürüttüğü valizi… Allah bağışlasın ama görünce “aman Allah’ım” dememek mümkün değil. Bir uçağa tekerlekli sandalye ile giden yolcu en fazla 3 ya da 5 görürdüm. Uçağa önce çocuklular ve engelliler alındığı için ilginç tablo görüldü. Adeta gösteri gibi 16 tekerlekli sandalyede sırayla götürülen yolcu sayabildim. Oysa sandalyeler gelmeden önce o yolcular salonda dolaşıp duruyorlardı. Bir kısmı uçağa erken geçmeleri için böyle bir istekte bulunmuş olabilirler mi diye şüphelenmeye başladım.
Houston şehrini hatırlıyorum, rahmetli Turgut Özal’ın by-pass ameliyatıyla duymuştuk bu şehri, bizde iz bırakmıştı. Houston evet büyük bir şehir. Uluslararası havaalanı olması nedeniyle bölgeye ulaşım anlamında hizmet vermektedir. Bu defa havaalanının içerisini gezme fırsatı buldum ve hayal kırıklığına uğradım. Evet yolcu için kolay bir havaalanı. Terminaller arası geçiş yürüyerek oluyor. Alıştığımız ışıklı, büyük duty free veya diğer marka mağazalar yok. Benim için sürpriz oldu doğrusu.
İstanbul’a kadar yaklaşık 13 saat kesintisiz uçuş elbette ilk anda insanı kasıyor. Hareket alanının dar olduğu yerde uğraşı bulmak lazım. Tedbirli yola çıkıyorum. Mutlaka yanımda okuyacağım kitabım vardır. Bazen yolda o kitap biter bile. Bazı uçaklarda kablosuz internet bağlantısı bulunmaktadır. Örneğin; gidiş uçağımda vardı, ama şu an hostese sorduğumda “maalesef bu uçakta yok” cevabını aldım. Film izledim, kitap okudum. Bilgisayarım da yanımdayken yazımı yazmaya başladım. Bir yandan ekrandan yol haritasını takip ediyorum. Zaman geçsin istiyorum. Uçakta yüklü olan sinema filmleri taradım çok üzüldüm. Kaliteli filmlerimiz vardı, bir tane olsun neden Türk filmi yüklü olmasın. Oysa Hong Kong’a giderken yine uçakta 3 yerli ve son çevrilen filmler izlediğimi biliyorum. Sanat, halk, pop, nostalji müzikler var ancak, neden son eserler de olmasın ki….
Yolculukta uyuyabilen yolculara gıpta ediyorum. Ne kadarda derin uykudalar. Uzak Doğulular zaten sakin insanlar dikkatimi çeken de zaten uçak havalanmadan onların çoğunun uykuya geçmiş olmaları. Galiba benim gibi yolculukta uyuyamayanlar için gıpta edilecek bir şey.
Hep merak ederim bu güzergâhtaki yolculukta uçak okyanus üzerine geldiğinde perdeler hostesler tarafından kapatılır, her yerde olduğu gibi iniş ve kalkışta açık olması istenir. Kendi kendime sorar ama cevabını bulamazdım. Korkudan olamaz zaten aşağısı görünmüyor. Yine perde kapatan hostese sordum. Cevabı: “doğuya doğru uçtuğumuz için biraz sonra güneş doğacak ve uçağın içerisini rahatsız edercesine aydınlatacak. Yolcuların uyanmamaları için kapatıyoruz. “ Oysa Uzak Doğu uçuşumuzda güneşin doğuş anı çok güzeldi. Nemrut dağında güneşin doğuş ve batışını izlemek bir başka güzel, ama bu kadar yüksekte de bir başka güzel. İnsana huzur veren güneşin doğuşunu bekliyorum.
Canımdan parça olan sevdiklerimi arkada bırakıp ülkemdeki özlem duyduğum sevdiklerim ve sevenlerimle kucaklaşmak üzere onlara doğru uçuyorum.
Etiketler |
Yorumlar
Yorum Yapın !
Yorum yapmak için oturum açmalısınız.