Öğr.Gör.Nurhayat VAROL- Kişisel Web Sayfası

NE OLDUM DEME , NE OLACAĞIM DE.

28
Mayıs
2014

10-16 Mayıs tarihleri arasındaki hafta  Engelliler Haftası olarak adlandırılmakta ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir.  Birleşmiş Milletlere ait 156 ülkede engelliler haftası için hazırlıklar yapılmaktadır. Bu yıl da Türkiye genelinde olduğu gibi Elazığ’da ve üniversitemizde de bazı etkinlikler düzenlendi. 

“Türk İşaret Dili ve İşitme Engelliler” konulu  konuşmayı  Türkiye İşitme Engelliler Federasyonu Başkanı  Ercüment Tanrıverdi yaptı. Çok ilgi çekici bir hayat hikayesi olan Tanrıverdi, farklı bir bakış açısı ile yaptığı konuşma ile samimi bir ortam yarattı. Çalışma  çalıştaya dönüştü. O konferansta Elazığ’da sağır ve dilsiz birey sayısının azımsanmayacak seviyelerde olduğunu gördüm.  Sessiz dünyalarının çok zengin ve çok duygu yüklü olduğunu gördüm. Ercüment Tanrıverdi dilsiz bir anne ve dilsiz bir babanın çocuğu olduğunu, sessiz dünyada sesli büyümenin güç olduğundan söz etti. Kendisi  o genlerden nasibini almamış olsa bile anne ve babasına hitap edebilmek için işaret dilini öğrenmek ve bu anlamda hizmet vermeyi ilke edinmiştir.  Medya da halen hizmet vermektedir. Sunucu Fatih Portakal’ın haber programlarında okunan haberi kendisi de işaret diliyle anlatmaktadır.

Ülkemizde 4.5-5 milyon işitme engelli vatandaşın olduğu bilinmektedir. Her ülkenin işaret dili farklıdır.  Ülkemizde Türk Dil Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlığının ortak çalışmasıyla işaret dili sözlüğü hazırlanmış ve TDK’nun web sayfasında yayınlanmıştı.  Aslında Türk işaret dilinin kullanılması Osmanlı devrine kadar uzanmaktadır. Topkapı Sarayındaki Enderun mektebinde işaret dili eğitimi verildiğini tarihçilerin aktardıkları bilgilerden öğreniyoruz. Yine saraylarda sır niteliği taşıyacak işlerde özellikle sağır ve dilsizlerin çalıştırıldığı da bilinmektedir.

Engelli olmak hangi uzuvda olursa olsun yaşam standardını mutlaka değiştirmektedir.  Engelli kimdir?  sorusuna cevap “Fiziksel veya zihinsel bir sorunu nedeniyle hareketleri, fonksiyonları, duyuları kısıtlanan ya da işlevlerini hiç yerine getiremeyen bireylerdir” tanımı sanırım açıklamak için yeterlidir.

Engelli üniversite  öğrencilerin konuşmacı oldukları bir panelde onların dünyasını daha iyi anlama şansını elde ettim. İlginç olan  resim çekilmesini ve isimlerinin aleni verilmesini istemediler. Kendilerine acınarak yaklaşılmasından son derece rahatsızlar. Hatta sınavlarda ek süre dahi istemediklerini, pozitif ayrımcılık istemediklerini dile getirdiler. Sadece bize acımayın, bizim hayatımızı kolaylaştırın, engelsiz hayat isterken engel siz olmayınız demek geliyor içimizden diye sıkıntılarını anlattılar.

Geç de olsa üniversitelerde engellilerin farkına varıldı. 14 Ağustos 2010 günü Resmi Gazetede yayınlanan Yükseköğretim Kurumları Özürlüler Danışma ve Koordinasyon Yönetmeliğine göre yükseköğrenim gören özürlü öğrencilerin öğrenim hayatlarını kolaylaştırabilmek için gerekli akademik ortamın hazırlanmasını ve eğitim-öğretim süreçlerine tam katılımlarını sağlamak amacıyla Yükseköğretim Kurulunda bu anlamda merkezlerin kurulması gerekliliği ortaya çıktı. Takip eden süreçte üniversitelerde mutlaka ilgili bir birim kuruldu. Öğrenime başladıktan sonra engelli bireyin tespiti dahi zor iken, şimdi bir çok üniversite kayıt sırasında ayrıca görevli bulundurarak tespit edebiliyorlar. Birimlerin engelliler için Temmuz 2012 tarihine kadar ulaşılabilir hale getirilmesi kararı alınmıştı. Bu yönetmeliğin tebliğinden sonra üniversitelerde ciddi çalışmalar başladı. Yeni yapılan binalara asansör sistemi kuruldu, önceki binaların ancak bir kısmına asansör bırakılabildi. Rampalar kısmen yapılabildi. Bütün bunlar yeterli mi elbette hayır! Yenilenecek binalar için büyük meblağların lazım olduğu gerçek.  Fiziksel ortamı kısa sürede oluşturmak maddi sıkıntılardan dolayı kolay olmayabilir diye düşünülse de para kaynağı hayatı zor insanların az da olsa sıkıntılarını azaltmak için neden kullanılmasın ki? Bu anlamda üniversitemizde eksikliklerimizin çok olduğunu biliyoruz. Engelli öğrenci ailelerinin ne kadar sıkıntı çektiklerini bizzat kendilerinden dinledik.  Projesi uygun binalara asansör sistemi bırakılabilir.  Ortopedik engellilerin ve ailelerinin en büyük sorunu  ulaşım sorunu. Toplu taşıtların yapısı gereği onları kullanamayan engelli öğrenci özel araç  ile ya da uzun yolu tekerlekli  aracıyla gelmek zorunda kalıyor. Oysa kızak yani asansör sisteminin çok rahat modife edilebileceği bir aracın Valilik, belediye ya da üniversite tarafından tahsisi ilgili şahısların işlerini ne kadar kolaylaştıracaktır.

Gazi Caddesi’nde ilk defa görme engelliler için tanıyıcı sarı şeritler yapıldı. Aradan bir yıl geçmeden o sarı şeritlerin bir kısmının yok olduğunu görüyoruz.. Kim, niçin, ne zaman zarar veriyor? İşte toplumun bilinçsizliği değil de nedir? Neden bir gün bizim ya da yakınımızın da o şeride ihtiyacımızın olabileceği düşünülmüyor? Kaldı ki mutlaka bize mi lazım olsun. Toplumsal sorumluluğumuz olmalı.

27.01.2014 günü  Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı  (EKPSS) yapılmıştı .O sınavda görevli olduğum salonun penceresinden sınav öncesi  bahçedeki aileler ve sınava girecekleri izledim. Gerçekten içim çok yandı. Adı üzerinde engelli sınavı. Genç bir çocuk araç ile getirildi, Yanında bir firmaya ait giysisi olan bir bey araçtan aldığı gencecik çocuğu omuzuna yük gibi atarak merdivenleri çıktı. Sınav sonunda aynı tablo tersine işledi. Omuzuna  attığı genci araca oturttu. O engelli adaya merdiven olmayan bir bina yer olarak verilemez miydi?  Neden engellilik durumu göz önüne alınmadı ki? Neden o kadar insanın içerisinde omuzda bir çuval gibi çıkartılsın ki? Neden daha medeni bir çözüm olmuyor ki?

Her sağlıklı bireyin bir engelli aday olduğunu unutmamamız gerekir. Engel sadece doğuştan değil ummadık bir kaza sonucu engelli grubuna geçenlerin sayısı oldukça fazladır. Engelsiz yarınlar dileklerimle.

Etiketler

Yorumlar

Yorum Yapın !

Yorum yapmak için oturum açmalısınız.