Öğr.Gör.Nurhayat VAROL- Kişisel Web Sayfası

SİZ BÖYLE TAVŞAN KUYRUĞU GÖRDÜNÜZ MÜ?

17
Eylül
2019

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumları 2019-2020 dönemi eğitim – öğretime başladılar. Son yıllarda yapılan bir uygulamaya göre ilkokula başlayacak öğrenciler için adaptasyon çalışması yapılmaktadır ve kanımca yerinde bir uygulamadır. Okul kalabalık olmadan kendi yaşıtları ile yeni hayata başlayan öğrenciler daha kolay kaynaşır ve fiziksel ortamlara daha çabuk alışırlar.  Milli Eğitim Bakanlığının aldığı karar ile nasıl ki öğrencinin okula başlatılma yaşının 66-69 ay olmasını eleştirdiysek, birinci sınıf öğrencilerinin adaptasyon amacıyla bir hafta önce eğitime başlatılmasını da takdirle karşıladık.

27 Haziran 2019 tarihinde mevzuatta değişiklik yapılarak, okula başlama yaşı 66 aydan 69 aya çıkartıldı. 10 Temmuz 2019 tarihinde yönetmelik de bu kapsamda değiştirildi. Buna göre: Çocuğun okula başlayabilmesi için 69 ayını tamamlaması gerekir.

69-70-71 aylık çocuklar isterlerse anasınıfına gönderilebilir, okula başlamaları 1 yıl ertelenebilir.

66-67-68 aylık çocuklar ana sınıfa gidebilirken velinin dilekçesi alınırsa okula başlatılabilecek.

Ana sınıflarına 57-68 aylık çocuklar gidebilecekler. Bu yıl sistem böyle. Çok değişken olan Milli Eğitim belki bir yıl sonra yeniden sistemi değiştirebilir.

Kılık kıyafet serbestisi neyse ki çok uzun süre devam etmeden bitti. Türkiye şartları için tam bir kargaşa ortamı idi. Artık çocuklar markadan, kaliteden haberdarlar. Okullarda birbirlerinin kıyafetlerine bazıları beğenerek, bazıları özenerek, bazıları kendi imkânları olmadığı için üzülerek baktı. Bu üzülmeler çocuklarda çok derin izler bırakabilir.

Kız çocukları kıyafet konusunda ipin ucunu kaçırdıkları için aileleri ile büyük sıkıntı yaşamaya başladılar. Neyse ki o da erken zamanda düzeltildi. Milli Eğitim Bakanlığının 03.07.2013 tarihli ve 1612278 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulu 08.07.2013 tarihinde kılık kıyafet değişikliğini onaylamıştı. Değişiklikte ne oldu peki? Okul yönetimi ve okul aile birliği koordinatörlüğünde kılık kıyafet sınırlamaları maddelerine bağlı kalarak velilerin %50 sinden fazlasının onayı alınarak ilgili öğretim yılı için kıyafet belirlenebilecek. Nitekim de okullardaki uygulama o oldu. Her okul ayrı kıyafet belirledi. Okulların tek tip, rahat, kış ve yaz aylarına göre de düşünülmesi ayrıntıydı.

Okullar açıldığında şehir genelinde hareketlilik görülmektedir. Çocuklarda, ebeveynlerde, alış veriş ortamlarında, okullarda, okul idarecilerinde, öğretmenlerde, taşımacılık sektöründe hazırlıklar başlar. Aslında bu halkayı genişletmek mümkündür. Çünkü birçok sektöre iş düşmektedir. Bu çarkta yer alanların bir kısmı para kazanmak, bir kısmı mesleklerini icra etmek adına okulların açılmasını beklerken; bazı öğrenciler de “tatilin rehavetini, zamanı esnek kullanmanın rahatlığını üzerlerinden atamıyorlar. Her kademedeki öğrencinin beklentisi farklı olabilir. Özellikle ilkokuldaki çocuk da belki öğretmenini görecek olmanın heyecanını yaşar. İlköğretimde çocuğu okula bağlayan, okulu sevdiren en büyük etmen öğretmendir. Çocuğu okuldan soğutan  da sevdiren de yine öğretmendir.

İlkokuldaki bir anımı paylaşmak istiyorum. Bu örnek çocuk yaştaki birey için acı ve gerçek. Bir öğretmenin öğrenci psikolojisini hiçe saymasıydı. Bir başka şehirde İlkokula başladıktan yaklaşık bir ay sonra ben okuma ve yazmayı çözmüştüm. Benim zamanımda okuma ancak Şubat ayı tatili dolayında çözülürdü. Babamın beni okula ön hazırlıklı göndermesinin faydasıydı. Her anlamda babam takipçim ve ders çalışmayı bana öğretendi. Okula gelen misafirleri okul müdürümüz benim sınıfa getirir, elime bir kitap verir ve okuturdu. Sonra da saçlarımı okşar “aferin der” giderlerdi. Bir öğrencinin alacağı en büyük armağan da AFERİN değil midir? Resmi bayramlarda belediye hoparlöründen mutlaka bana şiirler okuturlardı. Yine resmi geçitlerde ön plandaydım. İlkokula başladığım zaman öğretmenimi o kadar çok sevmiştim ki o yaşlarda genelde gönülsüz okula giden çocukluğu tatmadım. Tam aksi hastalanıp da okula gidemediğim günlerde çok mutsuz olduğumu iyi hatırlıyorum. Bu sevgi benim başarıma yansımıştı.

Beşinci sınıfa geçtiğim yıl o şehirden babamın tayini Elazığ’a çıktı ve burada iyi bir okula kaydım yapıldı. Tam anlamıyla kayaya tosladım. Öğretmenimiz öğrencilerini iyi yetiştirmeye çalışıyor, ancak onların psikolojilerini hiçe sayarak. En kötüsü dayak vardı. Ezberlememiz için şiir ödev verirdi. Okurken eğer şiir de takılırsak cezamız tek ayak özeri durmak veya okulun odun kömür dolu bodrumuna atılmaktı. Bilgi yüklemek için çok çaba gösteriyor, ancak sadece korkardık ondan. Sınıfta seçtiği biz 5-6 kişiyi hafta sonu evine çağırır birkaç saat ders çalıştırır böyle fedakârlığı da vardı. Ama ön yargılı oluşunu o zaman bile anlamıştım. Birinci sınıftan beri okutmadığı öğrenciye bakış açısı hiç de iyi değildi. Bir arkadaşım da başka yerden gelmişti aynı sınıfta buluştuk, kaynaştık. O öğretmenin sınıfında onunla kaderdaş idik. Yılsonuna yakın piyes sergileyecektik. İkimiz da tavşan rolündeydik.

Rol için sadece yüzümüzün açıkta kaldığı tulum dikildi. Benim tulumdaki tavşan kuyruğu aslına uygun yapılmış pamuk ile doldurulmuştu. Çok sevdiğim kaderdaş arkadaşımın da kuyruğu ince uzun yapılmış pamuk doldurulmuştu. Tabii pamuk ile doldurulunca kuyruk bir de kıvrılmıştı. Okulda prova yapılacağı için giyindik, kuyrukların farklılığını gördük. Birimizin uygun değil, ama hangimizin uygun değil diye konuşurken; öğretmenimiz geldi, yorum yapmadan ikimizi aldı yanına, sınıf sınıf gezdirdi. Bizi göstererek “siz böyle tavşan kuyruğu gördünüz mü?” diye soruyor, karşıdan kıkır kıkır gülme sesleri vardı. Bu arada biz hem mahcup hem de hangimizin doğru diye de merak ediyorduk ki arkadaşıma “git kitaplara bak böyle tavşan kuyruğu var mı? Annen hemen değiştirsin” dedi. Sonunda kendisi uygun olmayan kuyruk şeklini iyice deşifre ederek gezdirmenin çocuk üzerinde bırakacağı negatif duyguyu anlamamış ve çocuk gururunun incinmesini göz ardı etmişti.

Başarılı bir öğrenciyken beşinci sınıf bana kâbus gibi gelmişti. Bir sağlık sorunundan dolayı okula gitmediğim günleri bayram ilan etmiştim.

Öğretmenlik sevgi mesleğidir. Mesleğini sevmeyen veya yetersiz olan kişinin tavırları ve enerjisi öğrencileri negatif etkiler.  Eğitim ve öğretim, sevgi, saygı temeli üzerine kurulmalıdır. Benim felsefem genellikle “seversen sevilirsin.” Yani öğretmen öğrencisini severse sevilir. Sevilmeyen öğretmen sorunlu, kinli, şiddete daha yönelik öğrenci profilinin oluşmasına neden olacaktır. Anne babaların uğruna hayatlarını verebilecekleri çocuklarını öğretmenlerine emanet etmeleri çok anlamlıdır. Hatta yıllar önce söylenen bir söz çocuğunu öğretmenine teslim eden ailenin sözü ”Eti senin, kemiği benim” işte alınan sorumluluk bu dört kelimelik cümle içerisinde saklıdır.

Sevgi hoşgörü demektir, sevgi paylaşım demektir, sevgi kendisini ve sevdiğini güçlü kılmaktır. Bazı kesimlerin anlayışlarına göre öğretmenin anlayışlı olması sınıfta disiplin boşluğunun olması demekti. Oysa tam aksine hayat bakışı, disiplini, çalışmayı anlayış üzerine kurar, sağlıklı iletişim kurulursa daha iyi sonuçlar alınır. Katı, acımasız kurallar koyanlar, sadece geçici disiplin sağlayabilirler.

Eğitimin her kademesinde çalışan, mesleğini seven bir eğitimci olarak her eğitim döneminde ayrı bir heyecan yaşarım. Bu heyecan bazen öğrenci adına, bazen öğretmen adına, bazen veli adınadır.  Anılarım canlanır…

Yeni eğitim öğretim yılının öğrencilerimiz başta olmak üzere bütün eğitim öğretim personeline hayırlı olmasını diler; başarılar dilerim.

Etiketler

Yorumlar

Yorum Yapın !

Yorum yapmak için oturum açmalısınız.